13 Aralık 2012 Perşembe

İki Ayaklı Çakallar


Günlerdir kalemi elime alıp derin bir iç çektikten sonra sessizce masaya tekrar bırakıyorum. Biraz öfkem dinsin, hissi davranmayayım sonra yazarım desem de nafile. Sözlerim içimde birikti bu vatan hainlerine !


Bildiğiniz üzere iki ayaklı çakallar birkaç aydır tat kaçırma adına Erzurum’un hemen her yerinde ortaya çıkmış durumdalar. Geçtiğimiz ay yürüyüş ve oturma eylemi ile başlayan olayların ardından ceza evinden aldıkları haber sonucu ortalığı tören alanına çevirerek parti binaları önünde halay çektiler, oynayıp zıpladır. Son olarak özgüven patlaması yaşayan bu soysuzlar fakülteler içerisinde konuşma yapmayı düşünecek kadar cesaret topladılar. Akabinde ise herkesin bildiği olaylar…


Erzurum halkı Türk bayraklarını açarak çakallara meydan bırakmayacağını göstermek istedi. Fakat memur beyler tarafından beklenmedik tepkiyle karşılaştılar. Oluşan ufak tefek tartışmalar sonucu birkaç kişi göz altına bile alındı. Ne yazık ki ardından bazı yayın kuruluşlarımız tarafından, bunları kim örgütlüyor, bu bir provokasyondur gibi imalarda bulunuldu.Oysa bu yürüyüş ne bir provokasyon ne de örgütlenme olayı değildi, olamazdı ! Bu yürüyüş vatan sevdası içerisinde olan Erzurum halkının Türk bayrağı ile birlikte dalgalanmasıydı ! Amaçları bir nebze de olsa içlerini rahatlatmaktı. Çünkü onlar dadaştı, çünkü burası nene hatun şehri Erzurum’du ama nedense herkes buraya takıldı. Halbuki burada gazetelerin olsun, köşe yazarlarının olsun takılacağı en önemli nokta emniyet tarafından alınan soysuzların gerekli muameleyi görüp görmedikleridir. Çünkü halkın elinden alınan kanı bozukların yarın öbürgün dışarı bırakılmaları durumunda aynı şeylerin tekrar yaşanması sonucunda yüzlerce vatan sevdalısının tekrar sokaklara dökülmesi kaçınılmaz bir hal alacaktır. Yine tekrarlıyorum lütfen olayları saptırmayalım ! Erzurum halkının burada sergilediği tutum örgütlenme yada provokasyon değıldır. Bu tutum tam anlamıyla damarlarda yüzen vatan aşkıdır. Erzurum’un tüm ülkeye verdiği mesajdır ! Bir gurur örneğidir ! Unutulmasın ki vatan aşkı hiçbir olguyla bir tutulamaz !
                                                                                                                                      Burak Çodur

7 Aralık 2012 Cuma


Ben üniversite haricinde tüm okul yıllarımda her sabah erken kalkmama rağmen uyandığımda kalbimin hızlı attığını hisseder ve bunun güne iyi başlamam mutlu başlamam gerektiği söyleyen bir işaret zannederdim. Bunun nedeni sabah erkenden kalkmak mı acaba çünkü; erken kalkan yol alır, önü açık olur kısmeti ve nasibi fazla olur derler büyüklerimiz…Yoksa kalkıp gideceğim yerin bana mutluluk mu  getiriyordu. Ben ilköğretimden tut ortaokul ve lise yılllarında dersleri çok kötü olmasada kötü olan bir talebeydim. Hergün kalkar giderdim okula -ders dinlemek için gitmediğimi kesinlikle söyleyebilirim- sohbet muhabbet yaramazlık geri gelir, dışarı çıkar yaramazlığa devam ederdim. Ama kendimi mutsuz bulurdum her şeye rağmen. Bunun nedeni Erzurumun veya bulunduğum ortamın beni açmaması benim hayallerime ters bir şehir olması. Bu durumdan kurtulmak istiyodum ama nasıl olacağını ben de bilmiyordum. Lisede zaman zaman dersle ilgilendiğimiz yıllarda öss denen kara beladan bahsedilirdi. Çok zor kimse kazanamıo kıytırık bir puan alan ve saçma bir bölümü kazanan bir öğrenciyi çıkarırlardı kürsüye konuşma yaptırırlardı. O da konuşur işte yok efendim düzenli disiplinli çalışmak yok dersleri takip etmek ….. Bir sürü masallar masallar  ben hiç gelemem böyle şeylere istesemde gelemem. Bir gün össye hazırlanmaya karar verdim kendi metodumla kimse onaylamasada bana yarıyordu. Çalıştım çabaladım hocaların takdirini topladım ama össnin takdirini toplayamadığımdan ilk sene kazanamadım. İkinci sene yine aynı metodla çalıştım çabaladım tutturdum bu seferde biraz fazla tutturmuşum heraldeki ilk on bin içerisine girmiştim. Puanımı aldıktan sonra yaptığım tercihlerde illede halkla ilişkiler ve tanıtım bölümünü yazacam dedim babamda onadıktan sonra yazdım. Ben marmara üniversitesini istedim ama dördüncü tercihim istanbul üniversitesi geldi. Ben çok mutluydum havalara uçuyordum ne yapacağımı bilmiyordum. Tüm hazırlıkları yaptım İstanbula doğru yol aldım babam sağolsun her zaman arkamdadır yine o yardım etti. Üniversite yıllarım benim için bir hayalet gemisine bitmiştim hayallerimi gerçekleştiriyordum. Üniversite yıllarıma hiç girmeyeceğim girersem babymin beşyüz sayfalık senaryosunu ikiye katlar. Üniversiten bitti yani hayalet gemisinden indim. İner inmez askere gittim askerdeki anılarımı sakladığım bantladığım kadar arkadaşı dediğim garip diye seslendiğim not defterimde yazar o olaylı hikayeler. Oda bitti ve şimdi iş için büyük bir boşluktayım ne yapsam bilmiyorum. Size neden lise yıllarımdaki küçük hislerimi yazdığımı söyliyiyim mi? Ben o mutsuzluğu özlüyorum….

İşssizlik böyle bir şey


Globalleşen dünyada gelişen teknolojik çağın en üst seviyesine geldiğimiz bu zamanda iletişim fakültesi mezunu bir bireyin bu çağa ayak uyduramamasının nedenleri:
A)    Kendim ettim kendim buldum bir baltaya sap olmadım.
A)    1. Üniversite giriş sınavını kazandıktan bu yana vize ve finaller dışında herhangi bir çalışma yapmayan (eğer onada çalıştıysa)  bir iletişimci sadece teorik bilgiye sahip olmuş ve pratikte sıfır çekmektedir.
A)    2.  Bir iletişimci ne iş yapar? Bunun farkına varabilen öğrenci kendini okuldan soyutlar ve piyasayı didik didik ederek kendine bir stajer pozisyonunda iş bulur. Ama nerde biz o maket.  Bir iletişimcinin ağzından: “ Amaaann kapı kapı dolaşıp stajerlik için iş arıcan para vermezler pul vermezler bunun için kendimi paralayacağıma taksime çıkar sabahların daha iyi”
A)    3.  Birilerine güvenmek. Koskoca üniversitenin güzide fakültesinde okuyoruz bu bizim arkamızı dayadığımız bizim gözümüzde koskoca çınar ama gerçekte olan kırılmakta olan bir dal. Bir iletişimcinin ağzından: “ Fıstık gibi fakültede okuyorum, bana iş mi yok! Hem dayım dedi bitir hemen gel yanıma dedi. “ Ah ulan dayılar!!!
B)    Özel sektörde kariyer planlamasına başlangıç TORPİL
1.     İletişim fakültesinden mezun olmuş ve askerliğini tamamlamış bir şekilde kendini ölüm havuzuna yani özel sektöre atma kararı alan iletişimci kendini iş ilanları bakmak için cart net curt nete üye eder ve hemen başvurulara başlar. Otomatik gelen mesajlarla heyecanlanır ve bir umutturki oturur bekler. Bilmez ki bu başvurular işin formalitesi.
2.     İnternetten başvurularında karşılık alamayan iletişimci eşe dosta haber salar ve mezun olduğunda yanıma gel diyen dayısının kapısını çalar. Bir umut haber saldığı kişilere CV’sini yollayan iletişimci iyi bir işte çalışma ümidiyle haber bekler. Çok bekleme devrelerin yanar. İletişimcinin ağzından: “ Ulan acaba bana ne kadar verirler.”
3.     Uzun bir bekleyişle evde pinekleyen iletişimciye çağrı merkezinden gelen iş görüşmesi teklifiyle bekleyiş son bulur. Ancak ne yapması gerektiğini bilemez ve iş şartlarının ağırlığı ve ücret yetersizliği nedeniyle pek umursamasada işi çok ister. İş görüşmesindeki sonuç: “ BİZ SİZİ ARARIZ!!!”
C)    Ne özeli yaa yasla sırtını kapı gibi devlete
1.     Özel sektörde umduğunu bulamayan iletişimci kendini kpss’ye adamaya karar verir. Kursa yazılır kendini üniversite yılllarındaki çalışma potansiyeline çıkarmaya çalışır. Çalışır çalışır çalışır… 3 kulhuvallah 1 elhemle sınava giren iletişimci idare eder bir potansiyelle sınavdan ayrılır. Sınav sonrasında çıkan kopya  iddiaları iletişimcinin moralini bozar ve kendini umutsuzluğa bırakır. Sınavın açıklanmasıyla umudunu  4. 5. Atamalara bırakan iletişimci çok radikal kararlar alır.
2.     Neden üniversitede hoca olarak kalmayayım ki? Evet gayet mantıklı bir yaklaşım ne olacak ki alese gir üdsyi kazan ve atan!! Kendini uzun mu uzun paragraflara bırakan iletişimci iyi bir puan alır. Lakin ya üds? Kendini okul zamanı geliştirmemiş ve kötü bir ingilizcesi olan iletişimci üds’den 65 alabilir mi? Bunun için ne kadar zaman gerekir sizin takdirinize bırakıyorum.
Evet bu saçmalıkları neden anlattım? Bendenizci ve işsiz olduğum için. Biliyorum kendimi anlatmam için böyle saçma bir yol seçmemeliydim ancak o kadar sevdiğim ülkemdeki gerçekleri anlatmada iyi bir yol olduğunu düşündüm. İşte benim halim ama bu bizim halimiz sadece ben değil

20 Eylül 2012 Perşembe

NETİCEYİ NE YAPAYIM HATİCE GÜZEL İSE...


Doğduk,büyüyoruz ve bir gün mutlu sona erişeceğiz herkes gibi... Biz insanlar buna "yaşam" "hayat" gibi isimler verdik. Bu sürenin ne kadar olacağı ise belirsiz ne yazık ki. Ama ne kadar olursa olsun yetersiz.Çünkü her şey gibi onun da son var.Öyle ise;

Bu sürede keyif almayı hedef edinen,zevkin ne demek olduğunu bilen insanlar için her zaman 'netice' önemli değildir.'Hatice' ye bakmak bazen 'netice' den daha haz verici olabilir.Hatta alınan 'netice' sonunda geleceği düşünmek bazen çok daha can acıtıcı olabilirken 'hatice' güzel ise hayal gücünün sınırsızlığını kullanarak çok acayip keyif duyabilirsiniz.

Futbolda da çok klasikleşen bu söze takıldım bugün. "Hatice'ye değil neticeye bak"... Neden hocam? Çok basit ilerliyorum bu sorudan sonra...Futbol nedir? Oyun... Oyun nedir? İşten-güçten,sıkıcı tekdüzelikten geriye kalan zamanlarımızda keyifli vakit geçirmek için yapılan aktivite. Keyif nedir??? ...Kazanmak mı? Gülmek mi? Eğlenmek mi? Bana kalırsa geçirdiğin zamana asla "tüh be boşa vakit harcadım" dememek. Hayatın her alanı için...O zaman içerisinde üzülmek,kırılmak,sevinmek, her türlü duyguda olsa asl keyif hissetmektir kanımca. O halde hissetmek Hatice'yi??? Keyifli hem de çok keyifli...

Ben bir futbol severim. Ama keyif aldığımdan,eğlendiğimden,üzüldüğümden, hissettiğimden...Dün de Galatasaray, Manchester'da oynadığı futbolla tüm futbolseverlere Hatice'yi gösterdi.Ve ben 90 dk boyunca Hatice'yi izlemekten inanılmaz keyif aldım. Hayal kurdum.Aynı 2000 yılına gelmeden önce henüz çocukken oyunlarda Galatasaray'ı Avrupa şampiyonu yaptığımda attığım sevinç çığlıkları gibi.Hissettik...Tüm Galatasaraylılar böyle bir takımla gurur duydu.Kötü bir futbolla orada United'i yenmektense,böylesine güzel Hatice ile Old Traford'dan kol kola ayrılmak tüm İngilizler ile birlikte maç hakkında yorum yapan tüm dünya insanını kıskandırmış ve saygı duydurmuş olsa gerek. Şöyle ki; hani yolda yürürken çok güzel bir hatunun yanında kısa boylu,göbkli,tüylü müylü,hani o replik olan ablanın dediği gibi 'döşü gıllı' bi adam görürsünüz ve içinizden yada dışınızdan "yuuuh bee" tepkisi verirsiniz ya tüm kıskançlığınız ile, sizin ondan daha iyi olduğunuzu düşünürsünüz.Ama işte o Hatice'nin koluna girmiş ve yolda yürümektedir. Hemen basit olarak düşünenler "kesin çok zengindir" vs diye düşünür. Ama unutulmamalı ki O adamın mutlaka Hatice'ye cazip gelen bir "RUHU" vardır... Dün Galatasaray o ruhu bize izlettirdi. Ve benim gibi sanırım tüm Galatasaraylılar Hatice'nin bu kadar güzel olmasından inanılmaz mutlu.O'nunla birlikte olmuş ve keyiften bir sigara yakmış olmanın verdiği hazzı bize yaşattığın için teşekkürler GALATASARAY...

3 Haziran 2012 Pazar

17 Mayıs 2012 Perşembe

Çok Güzel Uyuyoruz




       Hatay’ın Dörtyol ilçesindeki terörist saldırıda şehit sayısı 3 oldu. Dörtyol’un Kuzuculu Beldesi’nde meydana gelen terörist saldırıda bir binbaşı, bir üsteğmen ile bir teğmen şehit düştü. İlçeye 20 kilometre mesafedeki Amanos dağlarının iç kısmında operasyonda bulunan jandarma özel harekat askerlerine, PKK’lı teröristler tarafından roketatarlı saldırı gerçekleştirildiği bildirildi. Askerlerin roketli pusuya düşürülmesi sonucu bir bin başı, bir üsteğmen ile bir teğmenin şehit olduğunu iki askerin de yaralı olduğu belirtiliyor. Yaralı askerlerden birinin durumunun ağır olduğu söyleniyor. Yerleşim alanına 20 kilometre mesafede yaşanan bir terör hadisesi. PKK’nın çirkince bir eylemi…Milletimizin başı sağolsun.
         Biz hala kupa kavgasına düşmüşken askerlerimiz pusuya düşürülsün şehit edilsin. Er veya tuğgeneral fark etmez ama bir binbaşının, bir üsteğmenin, bir teğmenin şehit edilmesi demek bizim ne kadar boş gündemimizin olduğunu gösteriyor. Kim bilir arkasında ağlayan kaç kişi bıraktılar. Biz hala kupa tartışması yaşayalım.
TEBRİKLER TÜRKİYEM ÇOK GÜZEL UYUYORSUN.
DADO

Şampiyonluk Kutlamaları







Türkiye Kupası’nı kazanan Fenerbahçe’yi ve buna sevinen Fenerbahçe taraftarlarını tebrik ediyorum. Lakin cumartesi akşamından bu yana karşılaştığım birkaç soru vardı. Fenerbahçelilerin sorduğu. 1- Berabere kaldınız neye seviniyorsunuz? 2- Sizde taraftar mısınız, şampiyon olunca formayı giyip geziyorsunuz geçen sene nerelerdeydiniz? Baya düşündüm. Adamlar haklı. Bir Galatasaraylılar taraftarız ama önce futbolsever hatta sporseveriz. Takım içinde kötü giden şeyler olduğunda ( yönetim,oyuncu performansı,koç vb…) biz tepki gösteririz. Bu stada gitmeyerek, forma satın almayarak ya da ıslıklayarak yapılır. Oysaki Fenerbahçeliler bu durumda kraldan çok kralcılar. Aziz amcaları emreder onlar stada gider, futbolcu döver, sahaya girer ama her şeye rağmen forma alırlar ki takımları para kazansın ve şike yapsın. İşte gerçek sevgi. Diğer soruya gelince, onlar Galatasaray’ı yenelim şampiyon olamayalım zihniyetinde oldukları için şampiyon olduklarında değil Galatasaray’ı yendiklerinde seviniyorlar. Biz Fenerbahçe ile berabere kaldığımız için değil şampiyon olduğumuz için seviniyoruz sevgili Fenerliler. Heee ama olara bir konuda hak veriyorum. Onların bizden bir farkı daha var.biz şampiyon olunca seviniyoruz, onlar şampiyon olmadıkları halde şampiyon olmuşçasına seviniyorlar. Hatta timsah, köpek falan yürüyüşü yapıyorlar. Anlayan anladı sanırım.Son olarak dün herhangi bir olay çıkmamış FB kutlamalarında. Babamın sözü: İşte kutlama böyle olaysız olur. (Kendisi fanatik Fenerbahçelidir.) Ona verdiğim cevap ise; evet kutlamalar böyle olmalı kutlama yapan tarafa diğer taraf saygı duymalı ve kutlamalarına kavga çıkararak, ışık kapatma gibi hareketlerle karşılık verilmemelidir.
Biz Galatasaraylıyız ama önce sporseveriz.                                         

17.05.2000 Tarihin Tozlu Sayfalarında Bir Destan


     Tarih 17.05.2000 yer Kopenhag Parken stadı. Galatasaray’ımızın Arsenal’i  4-1 yenerek uefa kupasını kazandığın gün. Tarih yeniden yazıldı, tarih Cimbom’ u yazdı. O tarihten önce Türkiye’ye herhangi bir Avrupa kupası getirilmemiş olması Uefa kupasının önemini daha da artırdı. Üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen takımların Avrupadaki başarısızlıkları Galatasaraydan başka kimsenin bir daha bir Avrupa kupası alacağını düşünülmüyor.
          2000 yılından sonra Galatasaray’ın başarısının taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmış Cimbom artı edinilmesi zor bir başarıya imza atmıştı. Uefa kupasının üzerine bir sürü tezahüratlar bir sürü iğneler batırıldı. Tesadüf diyenler bile oldu. Her ne kadar rakip bile olunsa bir Türk takımı Uefa kupasında adı geçiyor. Bunun bir milat kabul edilmesi gerekirken hırçın politikalarla Türk futbolunu bitirmiş durumdalar.
Galatasaray kuruluş amacı Türk olmayan takımları yenmektir. Avrupa için öncelikle Türkiye’de başarı yakalamak gerekir. Galatasaray bugün bunu başardı hem de iki kere. Artık yeni yol haritamız tekrardan Avrupa yolcuğu. Tarihi tekerrür ettirmek için tekrardan Avrupa yollarındayız. Allah yardımcımız olsun.


                Ayrıca bir konudan bahsetmek istiyorum.

              Bugün 17.05.2012 Fenerbahçe bir hasrete son verdi. Bursaspor’u 4-0’lık farklı bir skorla yenerek 30 yıl sonra Türkiye kupasına ulaşan Fenerbahçe’nin kupa hasreti giderme günü. Ne tesadüf değil mi Galatasaray’ın Uefa kupasını aldığı günün sene-i devriyesi ve Fenerbahçe’nin kupaya sevindiği günün örtüşmesi sizce ne anlama geliyor? 17 mayısta Uefa kupasını kaldırılışını mı kutlamak yoksa, 30 yıl sonra gelen Türkiye kupası hasretini mi kutlamak? Aradaki farkı anlayabilmemiz için renkli gözlükleri gözümüzden çıkarıp objektif düşünürsek sonucu bulabileceğimize inanıyorum.


                              AMACIMIZ TÜRK OLMAYAN TAKIMLARI YENMEKTİR.
                                                                                                            ALİSAMİYEN
DADO






14 Mayıs 2012 Pazartesi

İKİ KERE ŞAMPİYON






Sarısıyla kırmızısıyla alnımızın akıyla tertemiz bir şampiyonluk... Süper finalin başlamasına yakın çekilen kurralarda fenerbahçe ile son maçın oynamasına itiraz etmiş ve finalin bu maça kalacağını tahmin etmiştim. 
Taraflı tarafsız herkesin takdirini toplayan bir sezonu 9 puan fark ile bitirmişti. Bu farkı ikiye bölüdüler ve buçuklu sayıyla zar zor 5 puan farkına çıkardılar. Galatasaray finallerde de kötü mü oynuyordu? Hayır. Sadece şansı ve motivasyon kaybından dolayı son maça girerken puan farkı 1’ e düştü. Tüm sezonun şampiyonunu, 40 maçlık periyotun galibini belirleyecek tek bir maça kaldı şampiyonluk. Fenerin sahasında pisikolojik üstünlükten yararlanmak isteyen futbolcular ne yazık ki Galatasaray’ın matematiksel üstünlüğüyle birlikte bu etki ters tepki yapmış gibi göründüki doğru dürüst pozisyona bile giremediler. Her ne kadar tartışma olursa olsun maç berabere bitmiş şampiyonluğu göğüsleyen taraf Galatasaray olmuştur.
Allem ettiler ama  gullem edemediler kupayı her nekadar ışıkları yakmasalar bile Galatasaray takımına teslim ettiler. Herkes gördü Fenerbahçe takımının da yöneticisinin de taraftarının da ne kadar çirkef olduğunu. Biz sizi yenemiyoruz kadıköyde senelerdir. Ama siz hiç Ali Samiyen’de kupa gördünüz mü?
Sözü fazla uzatmanın mantığı yok ne şike ne para ne elle ne de kolla CİMBOM ŞAMPİYON bilek hakkıyla!
DADO

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Facebook İnsanlarının Ego Tatminleri





Facebook'ta gördük ki, herkes güne Starbucks'ta başlayıp gece cluplerinde noktalıyor.
Meğer herkes su yerine absolut, chivas, bacardi içiyomuş. Kızlar manken foto modelmiş stüdyodan çıkacak vakitleri yokmuş.Çoğu 20'li yaşlarında erkek çocukları şirket başındaymış herkes zenginmiş meğer. Herkesin hayal dünyası ne genişmiş iyi ki varsın Facebook herkes başka kafa yaşıyor sayende. Konuşmayayım konuşmayayım diyorum ama olmuyor bu Facebook'ta herkes adam, herkes mafya, herkesin arabası var, herkes jack daniels içiyor, herkes aldatılmış, herkes aşık, herkes aşk acısı çekiyor ve herkes zengin. Herkes herkes...Bir normal insan yok etrafımda. Neyse uçağımı getirin markete gideceğim :)
Çok herkes kullanıldı bu yazıda ama malesef Herkes... 

3 Mayıs 2012 Perşembe









             Bugün 3 Mayıs Türk'ün ve Türkçü'nün bayramı. Kritik dönemlerden geçen ülkenin ihtiyacı olan bir bayram. Tarihin her sahnesinde var olan Türk milleti Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyetiyle varlığını sürdürmektedir. Türkçülük bayramını kutlar, hayırlara vesile olmasını cenab-ı Allah'tan dilerim.
DADO

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Cimbom Seni Çağırıyor



             Geçen günlerde Türkiye Futbol Faciasının yaşandığı TFF başkanının açıkladığı 58. madde değişikliğiyle birlikte Türk futbol tarihininde ivmesi aşağı doğru değişmiştir. Bugün Türkiye'nin her yerinde sarı kırmızı renklere bürünmüş Galatasaray taraftarının bu gidişe protestosunu izleyeceğiz. Bu protesto bilmiyorum kim neresini kurtarıyor ama herkesi ilgilendiren bir eylem olmalıdır. TFF gidiyor Avrupa şampiyonasına aday gösteriyor Türkiyeyi sonra maddeyi değiştirerek futbolun yüzüne façayı vuruyor. Bu ne lahana turşusu, bu ne perhiz! Bir an önce kim istifa ediyorsa etsin bu durumu düzeltsin yoksa istersen milli takımın başına Mourinho'yu getir bu ülkeden Erman Toroğlu'nun dediği gibi bir cacık olmaz. Sen de takımına ve Türk futboluna sahip çıkman için hadi sokaklara...

16 Mart 2012 Cuma

Geçmişi Şimdi Yaşatalım






Derbiye bir gün kala içimdeki saçma sapan derbi muhabbetlerinde sıkılmış ruhun derdini anlatmak için bloğumda yerimi aldım. Türkiye Cumhuriyeti güçler ayrılığı ilkesiyle, yasama, yürütme ve yargının oluşumlarıyla yönetilen bir demokratik ülkedir. Bunun yanında büyük bir global köy haline gelen dünyada halkları ve devletleri etkisi altına alan 4. güç sayılan kaltivasyonla yani medya gücüyle bir takım oluşumlar kontrol altına alınmıştır.
 Bu oluşumda Türk medyasının etkisinin hedef kitle üzerinde baya bir etkisi olmuştur. Türk medyası, siyaset, futbol, sosyal konularda hedef kitleyi ele geçirmiş ve onu bir kukla gibi oynatıyordu. Son yıllarda gelişen sosyal medya ile halk kaltivasyonu ele almış durumda. Her ne kadar sosyal medyadan kendini yönlendirebilse de provakatörlerin oyununa gelinip bir takım konularda birbirimize düşürülüyoruz. Örneğin, futbol. Yarın oynanacak derbi için tarafların birbirleriyle atışmalarında sınır kalmadığı her türlü çirkinliğin, saçmalığın ve nefretin beslendiği sosyal atışmaları üzülerek takip etmekteyim.
Her ne kadar Türk halkı gaza gelmede bir numara olsada, geçmişte yaşanmış rekabetler örnek alınarak derbi hazırlığı içinde bulunulabilir. Taçsız Kral Metin Oktay’ın ağları yırtan golünün ardındaki açıklama benim ne demek istediğimi açıkça belirtmektedir.

“Benim attığım gol hala konuşuluyorsa bu Fenerbahçe’nin büyüklüğündendir.”   Taçsız Kral METİN OKTAY
DADO

8 Mart 2012 Perşembe

Gelecekteki Oğula Mektup







Sevgili oğlum,
Sana bu satırları yazarken, benim evlenip evlenmeyeceğim, çocuğumun hatta oğlumun olup olmayacağını şimdiden bilmeden sana bu mektubu yazıyorum. Yavrum, dünyaya geldiğinde seninde benim gibi Galatasaray aşığı olman ilk temennimdir. Sana buradan geleceğin hakkında herhangi bir vaat vermiyorum, yani bunu vasiyet olarak algılama ama; vereceğim öğütleri iyi dinle. Şu an 24 yaşında olmama rağmen bekar bir gencim. Daha seni doğuracak anayı bile bulmuş değilim. Bilmiyorum ne zaman evlenirim, kiminle evlenirim. Her ne kadar ananı tanımasam bile sen ve ben onu çok seveceğimize canı gönülden inanıyorum. Oğlum, sana şimdilik büyük bir servet bırakamıyorum hatta bir tek zırnığım bile yok. Ama iş adamı olma yolunda ısrarla ilerliyorum, insanların komik gülüşleri altında. Okay Holding’in temellerini bu aralar atmak üzereyim. İlerde seninle beraber bu holdingi Türkiye’de parmakla gösterilecek holdingler arasına koyacağız, hele sen bir gel.
Seni şimdiden canımdan çok seviyorum yavrucum. Belki kardeşlerin olacak nasipse, onlarla birlikte biz büyük bir aile olacağız. Bunları neden mi anlatıyorum? Şu an hayattan bir beklentisi olmayan bir adamın gelecekteki gördüğü tek yerden bahsediyor sana. Ben sana inanıyorum oğlum, sen geleceksin, Allah nasip ederse tabi.
En yakın zamanda buluşmak dileğiyle, gözlerinden öperim, baban ...
DADO

6 Mart 2012 Salı




Alıcısız mektup...

Yoktu hiçbir şey. Ama hayal etmek vardı, hayal etmek için de geceyi beklemek. Çok sevdiğini beklersin ya gözlerin yollarda. Öyleydi benim için geceyi beklemek. Soğuk yatağın çıplak ayağımı üşütmesi bile tatlı geliyordu bana, çünkü hayallerime yatmıştım artık ben. Ne düşünürdü bir çocuk? Oyuncak mı? Ben oyuncağım olduğu hatırlamıyorum anne. Ama şimdi geldi aklıma bir cumartesi günüydü, sanırım bir kış ayı olacaktı ki hava erken kararmıştı. 250.000 liramız vardı. Elimden tutup pazara götürmüştün beni. 5 yaşındaydım ve anlamsızca bakınıyordum etrafıma. Plastik bir polis arabası almıştın bana eve dönerken. Ondan sonra oyuncağım olduğunu hatırlamıyorum işte. O zamanlar çok umurumda değildi ama şimdi oyuncak görünce içim acıyor. En hafif acım bu ama üzülme tamam mı? Düşeriz canımız acır diye bisiklet aldırmadın ya bize canım hala acıyor ve geçmeyecek bunun acısı. Ne bir sevgili, ne bir dokunuş, ne bir sarılma. İki lastikli bir demir parçası ne kadar can yakar anne? Bir ayakkabı, oyuncak, bisiklet, … Canımı en çok ne yaktı biliyor musun anne? Sizlere sarılamamak, sizinle arkadaş gibi olamamak. Çocukluk fotoğrafım var mı anne? Ailece, eksiksiz bir arada olduğumuz bir fotoğrafı hatırladım şimdi de. Ben sünnet olmuş yatağımda yatıyorum, babam ve sen yanımda sandalyedesiniz, ablamlar sizin önünüzde diz çökmüş bir şekilde durmuş o an zaman. Ama hiç kimse gülümsememiş. Neden hep acıları hatırlıyorum anne? Biz hiç gülmedik mi? Tüm bunları sana söylememin nedeni babama söyleyemiyor oluşum. Seni suçlamıyorum anne. Babam babasız büyüdü ama bizi de öyle büyüttü. Çok seviyor belki de bizi ama göstermedi hiç sevdiğini. Babam koltukta televizyon izlerken uyuyakalırdı ya, hep gözümün önünden bir sahne geçerdi. Uyanıkken sarılamadığım babama, koşarak gider sarılırdım ve o uyanır beni azarlardı. Babam bana sarıldı mı anne? Anlatırdın ya bana 3 yaşına kadar babamın şapkasıyla uyurmuşum, şapkadan babamın kokusunu almadan uyumazmışım. Babam da beni o kadar sevdi mi? Büyüdüm ama hissetmedim büyüdüğümü. Ne küçük kalabildim ne büyümüş olabildim. Hayatın ortasında kalmakla geçti yıllarım, ne birilerine, bir şeylere bağlanabildim ne de herkesten ve her şeyden kopabildim. Ama ne zaman biri beni sevse hep kaçasım geldi. Sevgiyi görmeden sevgi gösteremezdim, sevdiklerim de sevgimi gösteremediğim için gittiler. Şimdilerde geceleri uyumuyorum, çünkü hayal edemiyorum artık hiçbir şeyi. Unutmaya başladım her şeyi hem de çok kısa zamanda unutuyorum artık. Unutursam içim acımaz artık değil mi? İnsanlar bana tuhafsın diyor. Ben tuhaf mıyım anne?

3 Mart 2012 Cumartesi

Başı Dumanlı ERZURUM







Erzurum!! Dört Bir Yanını Altından Kaplasan Bu Basına Yaranamazsın...




Erzurum'da işe girmiş gireli ulusal basını ve  yerel basını takip ediyorum. Geçtiğimiz senede kış olimpiyatları düzenlendi. Alt yapı hazırlandı, tanıtımlar yapıldı, ihtişamlı açılış yapıldı, sporcular kendi kulvarlarında ülkelerini temsil ettiler, yani Erzurum güzel bir organizasyon geçirdi. O günlerden bugüne geçen şubat ayında Ankara'da Erzurum Günleri adlı festival düzenlendi. Festivalde Sağlık Bakanı Recep Akdağ başta olmak üzere bir çok siyasi başkanlar ve vatandaşların katılımıyla Erzurum kültürünü  tanıtan türküler ve oyunlar sergilendi. Bu haberi tüm iletişim araçlarıyla yardım alarak, tüm medya organlarına baktığımda sadece küçük bir haberden başka bir şey bulamadım. Hadi diyelim böyle haberler basında geniş yankı uyandırmayacağı için pek bahsedilmiyor. Peki Ankara'da Rize Günleri mi, Ayder festivalleri mi, Kayseri festivalleri mi, Erzurum etkinliklerinden önemli ki basında, tüm yayın organlarında, en önemlisi de premium time haber saatinde yayınlanan VTR'de yer alıyor. Olimpiyat köyü olma yolunda hızla ilerleyen Erzurum'a neden basın önem vermiyor, bunu ben Erzurum'un başı dumanlı olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Yoksa neden basın yer vermesin ki neden bulamıyorum. Bu Erzurum'un kaderi mi?


DADO

2 Mart 2012 Cuma

Halkla İlişkilerin Tanıtımı






İŞLETMELERDE HALKLA İLİŞKİLER VE EKONOMİ
Bugüne kadar ülkemizde Halkla İlişkiler denilince akla çoğu kez kamu kuruluşları gelmiştir. Oysa işletmelerde halkla ilişkiler konusu çok az işlenmiş ve bu aşamada çok az şey yazılmıştır.
Kâr amacı gütsün ya da gütmesin tüm kurumlar için günümüzde önem kazanan faaliyetlerden biri de halkla ilişkilerdir. Ekonomik rekabetin artması, uluslararası ilişkilerin önceki yıllara göre kıyaslanamayacak ölçüde gelişmiş olması, kitle iletişimindeki gelişmelerle dünyamızın küçük bir köye dönüşme yolunda hızla ilerlemesi halkla ilişkilerin önem kazanmasında etkili olmuştur.
Halkla ilişkilerin genel hedefi tanımak ve tanıtmak olmasına karşın, halkla ilişkilerin kendisini henüz topluma yeterince tanıttığı söylenemez. Bu bakımdan halkla ilişkilerin konusu, halka, işletmecilere, yöneticilere ve üniversite öğrencilerine tanıtılmalıdır.
Halkla ilişkiler genel anlamıyla kamu ile organizasyon arasında uyumu ve anlayışı sağlamadır. Başka bir değişle bir kuruluşu, çalışanlara, müşterilere, ilgili olduğu kişilere sevdirme ve saydırma sanatıdır. Halkla ilişkiler genellikle melez bir disiplin olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de sosyolojiden psikolojiye, iletişim biliminden yönetim bilimine uzanan geniş bir teorik ve pratik çerçeve üzerine inşa edilmiş, disiplinler arası bir alandır . Halkla ilişkilerin bağlantılı olduğu alanlardan biri de ekonomidir. Bu alanda ekonomiyle bağlantı kurulabilmesi için işletmenin yönetim fonksiyonunu oluşturması gerekmektedir.
Halkla ilişkiler ekonomi ilişkisi genellikle “finansal halkla ilişkiler”, “halkla ilişkilerde bütçeleme” ve “kriz yönetimi” başlıklarında dar bir alana hapsedilmiştir. Oysaki halkla ilişkiler kökeni ekonomi bilimine dayanmaktadır. Son dönemlerde oluşan ekonomik krizden etkilenen işletmelerdeki kriz yönetiminin hazırlıksız yakalanışları işletmelerdeki halkla ilişkilere olan güvenin azalmasına neden olmuştur. Oysa halkla ilişkilerin ortaya çıkış nedeni, tam da bu durumun tersi olarak, “kamuların doğru zamanda, doğru biçimde bilgilendirilmesi” prensibini kabul etmiştir. Bu bağlamda halkla ilişkilerin işletmecilere yönetici fonksiyonuyla işlenmesi ve herhangi bir ekonomik krize karşı hazırlıklı olabilmesi için  PR uzmanlarının ve akademisyenlerin işletmecilere kriz yönetiminin kurulmasınını finansal açıdan zorunlu olduğunu haberdar etmesi gerekmektedir. 
DADO

25 Şubat 2012 Cumartesi

Dostlarla reklam



Görüntüde beyaz bir resim defteri sayfası vardır. Defterin sol üst köşesinde “ders: resim, konu: doğa resmi” yazmaktadır. Bu görüntü ile sahne başlar. Görüntüye bir çocuğun pastel boyaları sıra üzerine dağıtan elleri girer. Çocuğun resim yapmak için hazırlandığı anlaşılır. Seçilen ve görüntüye giren pastel boya renkleri ağırlıkla yeşil, mavi, sarı, vb… renkleridir. Çocuk resim yapmaya başlar.

Çocuk seçtiği renkler ile resmi çizmeye başlar. Görüntüde sadece sıranın üzerindeki resim kağıdı, sıraya ve kağıdın bir kısmına dağılmış pastel boyalar ve çocuğun eli bulunmaktadır. Kamera amors çekimde, çocuğun gözünden izleyiciye resmi vermektedir.

Çocuk önce bir dağ çizmeye başlar, bunu çizerken görüntü solar ve dağ çizilmiş olarak verilir. Ardından iki dağ arasından parlayan güneşi çizer. Dağdan aşağı inen nehiri, ağaçları ve doğa resmini oluşturan diğer öğeleri çizmeye başlar. Tüm bu öğelerin çizimi fade-in, fade-out’larla verilir ve resim tamamlanır. (Fade-in ve fade-out’lar kararma şeklinde değil, sahneden sahneye geçiş şeklinde olacak, bir sahne bitmeden görüntüde tamamlanmış olarak verilecek.) Son karede çocuk, sağ alt köşeye adını soyadını ve tarihi yazar ve sahne biter.

Fade-in ile görüntüye akan resim defteri sayfaları girer. Yeni bir sayfada görüntü sabitlenir. Yine görüntüye, sıra üzerindeki sol üst köşesinde “ders: resim, konu: doğa resmi” yazan beyaz bir resim kağıdı gelir. Kadraja pastel boyalarını dağıtan çocuk eli girer. Sıranın üzerine siyah, gri, kahverengi, vb... koyu renklerdeki pastel boyalar yayılmıştır. Aynı şekilde çocuk bu boyaları kullanarak resmi çizmeye başlar. Çok katlı binalar ve binalardan yükselen dumanlar, arabaların, gri gökyüzünün resmedilmesi aynı teknikle verilir.

Sahne sonunda çocuk sağ alt köşeye, adını soyadını ve tarihi yazar. İlk resmi yapan çocuk ile aynı soyada sahiptir. Bu sahne ile birlikte, izleyici ikinci resmi yapan çocuğun farklı bir zaman diliminde olduğunu ve ilk resmi yapanın torunu olduğunu anlar. Resim ile de nesiller sonra doğaya dair olan şeylerdeki değişim bir çocuğun gözünden verilir. Bu görüntü izleyiciye verildiği esnada görüntü hafifçe kararır ve “Neden yaşanılabilir bir dünya bırakmadınız?” yazısı belirir.

Dış ses girer: “Bu soruyla karşılaşmamak için harekete geçin……. Gökkuşağı savaşçılarına katılın.” Görüntü solar ve Greenpeace yazısı belirir.

Oval: TR                                                         
Türk Telekom Arena'da oynanan Fenerbahçe maçında ağları havalandıran Brezilyalı futbolcu, Beşiktaş derbisinde de fileleri sarsıp, 8. golüne ulaşarak kariyer rekorunu kırmak istiyor.


Sarı-Kırmızılılar’ın yıldız futbolcusu Felipe Melo için Beşiktaş derbisi ayrı bir önem taşıyor. Kariyeri boyunca bir sezonda en fazla 7 gole imza atan 28 yaşındaki futbolcu, derbide ağları havalandırması halinde Galatasaray’da bu sayıyı 8’e çıkartmış olacak ve kendi rekorunu kıracak. Daha önce Türk Telekom Arena’da oynanan Fenerbahçe maçında fileleri sarsan Melo, derbi maçlarda oynadığı etkili futbolla dikkat çekiyor. Orta sahanın göbeğinde Selçuk İnan’la birlikte görev yapacak olan Sambacı, Sarı-Kırmızılı forma altında attığı 7 golün tam 6’sını Arena’da kaydetti. Ve performansıyla taraftarların sevgilisi haline geldi.

Merhaba

25.02,2012 günlerden cumartesi, haykırışlarımı, söylemek istediklerimi, sallamak istediklerimi artık bu bloğumda yazabilmenin mutluluğuyla bloğumu açıyorum. Bol bol creativli yazılara....